Ege Bölgesi’nde, İzmir İline bağlı bir ilçe olan Buca, kuzeyinde Bornova, doğusunda Kemalpaşa, güneydoğusunda Torbalı, güney ve güneybatısında da Konak ilçesi ile çevrilidir. Buca Nif Dağı’nın güney eteklerinde hafif engebeli bir arazide kurulmuştur. Nif Dağı’ndan kaynaklanan Melez Çayı Halkapınar’da denize dökülürken ilçe topraklarını da sulamaktadır. Buca’da 1923 yılında belediye kurulmuş, 1987 yılında yürürlüğe giren 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur. İlçenin yüzölçümü 134 km2’dir. 3 köyü, 1 beldesi (Kaynaklar) bulunmaktadır. 2012 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi kapsamında nüfusu 446.491 kişidir.
BUCA ADI NEREDEN GELİYOR?
Buca adının orijini hakkındaki bilgiler ise birer hipotezden öteye gidememektedir. Kararas’ın Iconomos’tan naklen kaydettiğine göre 1235 te İzdik Devleti (Dukas Vatidis) Kralı İoyanis Lenvon Manastırı sınırlarını tesbit ettirirken Kohi denen ve Kral yolu yakınında bir yerleşme adı geçmektedir. Iconomos’a göre burası sonradan Buca adını alan yerdir. Kohi eski Yunancada bir kapalı açının iç tarafı, dibi anlamına gelmektedir. Yeni Yunancada Kohi, Gonia olmuş, daha sonra Bugia ve giderek Buca'ya dönüşmüştür. (Kararas: s. 8, Iconomos: s.8) Aristotalis Foutrier, Le monastre de Lembos isimli arkeolojik incelemesinde ise bu manastıra ait belgeleri incelerken Ruza adında bir köyün sözü geçtiğini, bunun Buca olabileceğini kaydetmektedir. Bir başka varsayım da son Bizans döneminde bu yörede büyük toprak sahibi olan Vuza yasa Vuzas isimli kişinin adının kaynak olabileceği yolundaki görüştür.
Buca sözcüğü Batı literatüründe değişik şekilde yazılmıştır: Boudja, Budjia, Bougieh, Borja gibi, Bunlardan ilki en yaygın kullanılmış olanıdır.Buca adı ilk olarak Fransız Konsoloshanesinin deprem dolayısıyla Buca ya nakledildiği 1688 yılında, Konsoloshane kayıtlarında görülmektedir. (A. Yamandopulos’un Anadolu Kronikleri Dergisindeki makaleden, c. 1, s. )
BUCA’NIN İDARİ YAPISI
Buca, İzmir'in en eski yerleşim yerlerinden biridir. Kırıklar, Karacaağaç Kaynaklar ve Belenbaşı olmak üzere 4 köyü vardır. Bütün yerleşim birimleri ovada kurulmuş olup, dağlık arazide kurulu köy yoktur. İlçe merkezinde 38 adet mahalle muhtarlığı ve 4 adet köy muhtarlığı bulunmaktadır. İlçenin kuzeyinde Bornova, batısında Karabağlar, güneyinde Gaziemir ve Menderes, doğusunda da Torbalı ve Kemalpaşa ilçeleri bulunmaktadır. Buca’da çarpık kentleşme pek görülmemektedir. Mahalle olarak;
Güven, Yiğitler, Efeler, Dumlupınar, Menderes, Valirahmibey, İnkılap, Evka gibi en büyük mahalleleri düzgün kentleşmiş diğer Gediz gibi dışta kalan mahallelerdeyse çarpık kentleşme görülmektedir.
Buca Belediyesi: Buca’da 1923 yılında belediye kurulmuş, 1987 yılında yürürlüğe giren 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur. İlçenin yüzölçümü 134 km2’dir. 3 köyü, 1 beldesi (Kaynaklar) bulunmaktadır.
BUCA TARİHİ
Ege kıyıları uygarlık tarihinin en eski kentsel yerleşme ve aynı zamanda en hareketli bölgelerinden biri olmuştur.Roma dan sonra Bizans, Arap ve Selçuklar arasında el değiştiren İzmir daha sonra Çaka Beyi, Selçuk Beylikleri, Osmanlılar, bir ara Rodos Şövalyeleri ve Timur un elinde kalmış, nihayet Haçlı Seferleri, Venedikliler ve Cenevizlilerin etkinliklerini bertaraf eden Osmanlıların elinde 1426 da geçmiştir.
ANTİK DÖNEM
Buca’nın eski çağlara inen eski bir tarihi geçmişi vardır. Yörede yapılan araştırmalarda ve rastlantı sonucu ele geçen buluntulardan Antik Çağda burada bir yerleşim olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Kral Yolu’nun bu yerleşimin yakınından geçmesi de önem kazanmasına neden olmuştur. İon göçü sırasında MÖ.610 yılında kurulduğu sanılan kente Lydialılar (MÖ.610-546), Persler (MÖ.546-333), Büyük İskender (MÖ.333-323), Pergamon Krallığı (MÖ.263-130) ve Romalılar ile Bizanslılar (130-1076) hakim olmuşlardır.
Lydialıların MÖ.628 yılında İzmir’i ele geçirmelerinden sonra burada yaşayanların büyük bir kısmı çevredeki alanlara yerleşmişlerdir. Bugünkü Buca’nın da bu dönemde kurulduğu iddia edilmektedir. Bizans döneminde Kohi denilen bu yerleşimin ismi daha sonra Gonia, Bugia olmuş, zamanla da Buca’ya dönüşmüştür. Buca’nın ismi ilk kez 1688 tarihli Fransız Konsolosluğu’nun kayıtlarında geçmektedir. İzmir’de 1688’de bir deprem olmuş ve Fransız Konsolosu Buca’ya taşınmıştır.
Antik Çağda Buca yöresinde bir yerleşme olduğu hakkında Kararas’ın Cadoux ve Iconomos’u referans vererek aktardığı bilgiler yer almaktadır. Burada, Buca’nın kuzey doğusunda 1868 yılında ortaya çıkarılan ve British Museum’a nakledilen Antik döneme ait bir kadın büstünden söz edilmektedir. Büst insan ölçeğinden büyük olup malzeme ve işçilik kalitesi düşüktür. Yine aynı kaynaklara göre İ.Ö. 630 da İzmir e Lidyalıların saldırısından sonra halk civardaki köylere, bu arada Buca, Dereköy, Kangölü, Kozağacı yörelerine dağılıp yerleşmişlerdir.
ROMA-BİZANS DÖNEMİ
Daha sonraki Bizans döneminde ise Buca nın 5 km doğusunda Lundru ya da Lundruka Çiftliği olarak anılan yerde Thriz (Meşe) adında bir köy bulunmaktaydı. Kangölü, Kozağacı civarında tuğla, işlenmiş mermer parçaları, kırılmış sütunlar, üzerinde Bizans haçı kabartmaları bulunan sütun başlıkları, Antik Artemis mabedine ait olduğu sanılan mermer yer döşemeleri, yine Kangölü vadisindeki mağaralarda Bizans dönemine ait mermer masa ve oturma yerleri, insan kemikleri ile dolu testiler, Forbes köşkü civarında Bizans sikkeleri ortaya çıkarılmıştır.(Kararas: ss.15-16, Cadoux: ss. 86-217) İzmir de çıkan Amafya dergisinde Frontier ye ait bir araştırmaya dayanılarak verilen bilgiye göre de Paradisoda (şimdiki Şirinyer) bir köylü tarafından bir metre yüksekliğinde bir Antik mezar taşı bulunmuştur. (Kararas: s.7) Bunlardan başka, Kançeşme (şimdiki Gürçeşme) yolu üzerindeki Karakapı mevkiindeki Roma kalesi kalıntıları, Buca nın Kangölü yöresinde ve Paradiso nun Batısında, Meles çayı üzerindeki Roma, bunların daha kuzeyindeki Bizans su kemerleri, Antik çağda bu yörede oldukça gelişmiş yerleşmeler bulunduğunu ortaya çıkarmıştır.
TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ
Edinilen bilgiler Buca’nın yakın tarihimizde bir Rum köyü olarak belirdiğini ortaya koymaktır. Rumlarla hemen aynı zamanda görülen Avrupalı iş adamları ve bunların aileleri de İzmir yöresinde ve bu arada Buca da yerleşmişler, Buca nın gelişip zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Yakın tarihimizde gayrimüslim nüfusun ve LEVANTEN adıyla anılan kesimin egemen sosyal sınıf halinde etkinlik kazanması Osmanlı yönetiminin ilk dönemlerdeki politikasına uzanır. Fatih Sultan Mehmet işgal ettiği bölgelerdeki çeşitli millet ve mezheplere bağlı grupları kendi içlerinde örgütleyerek bir ruhani lidere bağlamakla onlara, kolay karşı konamayacak bir şeref bahsetmiş oluyor, böylece kontrolü altına almayı tasarlıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde, devletin ekonomik ve siyasal politikasında İzmir' de önemli bir rol oynamıştır.Buca'daki konut mimarisinde önemli yeri bulunan toplum kesimine verilen LEVANTEN adının bu dönemde oluştuğunu görüyoruz.Fransızca LEVER (doğmak ya da doğu) sözcüğünden üretilen LEVANT, doğu Akdeniz ülkelerine verilen isimdir.
17. Yüzyılda güçlenmeye başlayan sömürgecilik akımı 18.Yüzyıl ortalarından sonra hızlanmıştır. İngiltere ana yurdu, endüstri devriminin başlamasıyla bir ekonomik ve sosyal bunalım içerisindedir. Kuzey Amerika'daki İngiliz sömürgelerinin bağımsızlık savaşında başarıya ulaşmaları, Avustralya'nın Napolyon'dan önce davranıp İngiliz egemenliğine geçmesine yol açmıştır. Afrika'nın yer altı ve yerüstü zenginlikleri yağmalanmaktadır. Böylece yaşamanın güçleştiği İngiltere halkı için sömürge ya da yarı sömürge ülkelerine göç ederek orada iş tutmak, 19. yüzyılda artık bir gelenek haline gelmiştir. Bir yüzyıl önceki sürgün politikası artık yerini, hükümetlerce desteklenen bir göç politikasına bırakmıştır. Ancak bu göçlerle anavatandan ayrılanlar, başka toplumlarla karışıp İngiltere'den kopmak şöyle dursun, aksine, devletin de desteğiyle gittikleri yere İngiltere'yi de götürmekte ve İngiltere İmparatorluğu, üzerinde güneşin batmadığı bir görkeme ulaşmaktadır. (Erpi:Mimarlık Dergisi, Ocak 1975, s. 15 )
İzmir'e gelip iş tutan ve yerleşen İngiliz, Fransız, Hollandalı, İtalyan ve diğer Levanten ailelerden meydana gelen toplum, Buca'da bir ortak kültür oluşturmuştur. Bu toplum içerisinde özellikle İngilizlerin Buca'da yoğunlaştıklarını görüyoruz. Buca’da bir St. Jean Baptist kilisesi yaptırma fikri ilk defa 1805te Bornova'daki Fransiskan rahipleri tarafından ortaya atılmış, 1815'de Buca'da oturan beş yüz kadar Katolik nüfus için yaptırılan ibadet yeri 1840 ta Roma kilisesi tarafından geliştirilmiş ve bir papaz atanmıştır. Bu kilise günümüzde de kullanılmaktadır. Aynı şekilde, Buca'daki Protestan toplumu tarafından 1838 de kurulan kilise, 1865 te cemaatten toplanan bağışlarla bugünkü hali ile yeniden yapılmıştır. Buca'da 1870 yılında kız ve erkek olmak üzere çeşitli yabancı okulları mevcuttu. Buca tarihinde önemli bir olgu, 1860 yılında İngiliz Aydın Demiryolu (Otoman Railways) Şirketi tarafından, Türkiye’nin ilk iki demiryolu bağlantısından biri olan İzmir-Aydın tren yolunun Buca ya uzatılmasıdır. Parasido (şimdiki Şirinyer) den ayrılan bir hat Buca ya bağlanmış, bundan sonra bu şirketin üst düzey yöneticilerini Buca ya yerleşmesiyle banliyönün yaşantısı daha da canlanmıştır. Tren yoluyla bağlantılı olarak bir başka gelişmede 1856 Paradiso-Buca arasındaki bir düzlükte, Bornovalı Whittall ve Bucalı Rees ailelerinin öncülüğünde yaptırılan at koşusu alanındaki yarışların, tren yolunun yapımından sonra muntazam olarak başlatılmasıdır. Atlara meraklı Sultan Abdülaziz Mısır' a yaptığı geziden dönüşünde İzmir e uğramış ve 24 Nisan 1863 te Buca ya gelerek at yarışlarını seyretmiştir. Hristiyan toplumun bu dönemdeki etkinliğini gösteren bir olay da Devlet Başkanının bu gezisinde İzmir de kaldığı üç geceden ikisini Bornova da Charleton Whittall adlı İngiliz ailesinin malikânesinde, birini de Buca da Dimonstanis Baltacı adlı Rum ailesinin malikânesinde geçirmiş olmasıdır. Buca daha önce değinildiği gibi, bir Rum köyü olarak tarih sahnesinde belirmiş, giderek Levantenler ve özellikle İngilizlerin büyük malikâneler yaptırarak yerleştikleri bir banliyö niteliği kazanmıştır.
Buca’da Müslüman Türklerin Yukarı Mahalle' de Tıngır Tepe eteklerinde oturdukları bilinmektedir. Hristiyan grupların ise belli bölgelerde yoğunlaştıklarını söylemek zordur. Bugünkü Atadan Caddesi, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde İstasyon Caddesi olarak bilinmekteydi. Ondan önceki adı ise Kommenler Sokağı iken Buca'nın önce gelen eşrafından Ispartılıyan tarafından Kançeşme yoluyla birlikte onartıldıktan sonra Ispartalı Bulvarı ya da sadece Bulvar adını almıştı. Aşağı Mahallenin Bulvar üzerinde ve civarında çoğu hacı olan Sakızlı zenginlerin evleri bulunuyordu. Bulvar daha aşağıda ikiye ayrılıyor, solda Soğuksu'ya sağda Işın Sinemasına uzanıyordu. Sinema karşısında Griziyotis'in birahanesi, Forbes'in köşküne doğru da Pagoda isimli çay bahçesi bulunuyordu. Yolun bu kısmı kız ve erkek gençlerin gezinti yeriydi.(Kararas: ss. 112-114) Tam kesin olmamakla beraber bu civarda bir de tiyatro bulunduğu sanılmaktadır.
Buca'daki Rum nüfusun belli zamanlarda ve bazı olayların etkisiyle dalga dalga geliştiği görülüyor. 1770 ten sonra Mora'daki Orlof isyanından kaçarak Mora'dan ve (başta Sakız olmak üzere) Ege adalarından Anadolu'ya göçen 60.000 kadar nüfus İzmir yöresindeki köylerde ve bu arada Hacılar ve Buca'da yerleştirmiştir. Benzer türde bir ikinci toplu göç olayı 1826-1827 de İbrahim Paşa'nın Mora' daki isyanı bastırmasını izleyen tarihlerde tekrarlanmıştır. Buca yönetimsel olarak Seydi köy ilçesine bağlı bulunmaktaydı ve bir başçavuş kumandasında küçük bir birlik güvenliği sağlamakla görevliydi. Belediye başkanı genellikle rum kesimden seçilmiştir. Belediye Başkanları, Meclis Üyeleri, Muhtarlar İzmir Valisi tarafından tayin edilirdi.
XIX.yüzyılda Rumların, Türklerin ve Yahudilerin, özellikle İzmir’deki Avrupalı iş adamlarının Buca’da yaşamış olmaları yörenin gelişmesinde ve zenginleşmesinde büyük etken olmuştur. Buca'da tiyatro faaliyetleri yoğundu. Eski Yunan stilindeki Apollo Açıkhava tiyatrosu 1820 lerden itibaren amatör ve profesyonel grupların oyunlarına sahne olmuştu. İzmir'in aristokrat Rum sosyetesi Buca'daki oyunlara büyük rağbet gösteriyordu. İzmir'de atletik faaliyetler de çok gelişmişti. Futbol kulüpleri arasında turnuvalar düzenleniyordu. Eski ya da yakınçağda, az da olsa, Buca' da bir Türk toplumunun yaşadığı kesindir.
CUMHURİYET DÖNEMİ
I.Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanlıların İzmir’i işgali sırasında 17 Mayıs 1919’da Buca da işgale uğramıştır. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda 9 Eylül 1922’de İzmir ile birlikte bu işgalden kurtarılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra ilk belediyesi kurulmuş, 1989 yılına kadar İzmir Belediyesi Şube Müdürlüğü olarak yönetilmiştir. İzmir Merkez ilçeye bağlı 20 mahalle ve 4 köy yapılan bir düzenleme ile birleştirilmiş ve 1987’de Buca ilçe konumuna getirilmiştir.
1821 de Yunanlıların başlattığı, Balkan Ülkelerinin Osmanlı İmparatorluğundan korkma hareketi ile birlikte, bu yöreden Anadolu'ya göçlerin başladığını biliyoruz.1877-1878 de Bulgarlar tarafından Bulgaristan'daki Türklere karşı girişilen şiddet eylemleriyle birlikte bu göçler kitle göçüne dönüşmüştür.
1912-1913 Balkan savaşında bu hareket daha da hızlanmıştır .Bu dönemlerde Rumeli göçmenlerinden küçük bir grubun Buca'ya gelerek kentin kuzeyindeki Tıngır Tepe eteklerinde yerleştikleri sanılmaktadır. Daha önce Selânik'in Yaylacık köyünden göçerek Buca'ya yerleşenlerin oluşturduğu Yaylacık Mahallesi bu dönemde gelişiyor. İstiklâl Savaşın'dan sonra “mübadele” anlaşmaları yapılıyor, geride bırakılan mülkler karşılıklı değerlendiriliyor.
1924’te Mustafa Kemal Paşa'ya yakın idarecilerden ve İzmir' de valilik yapmış Şark Vilâyetleri Umum Müfettişi Tahsin (Uzer) Bey'in önerisi benimsenerek bir bölüm mübadil daha Buca'da iskân ediliyor (Kaynak: Sn. Cavide Eronat). Cumhuriyet döneminde 1950 li yıllara kadar Buca eski kentsel yapısını ve ölçeğini korumuş, Aşağı Mahalle daha çok memur, iş adamı aileleri, Yukarı Mahalle ise genellikle tarımla uğraşan göçmen kesimin yerleşme alanları olarak yaşamını sürdürmüştür.
Bu dönemde 10.000 nüfuslu bir bucak olan Buca'nın önceki yaşantısını çok az farkla sürdürdüğü söylenebilir. Yerleşme gerçek anlamda bir banliyodur. Kentle bağlantısını sağlayan başlıca ulaşım aracı trendir. Karayolu taşımacılığının deniz ve demiryoluna kıyasla gerek araç gerekse yol kalitesi bakımından gelişmemişliği trenin önceliğini büyük ölçüde arttırmaktadır.
Günlük tren seferlerinin sayısı altıyı geçmemekte, son tren olan 21.10 treni kaçırılırsa Buca'ya ulaşmak olanaksız denecek derecede güçleşmektedir. Konutlar oldukça iyi durumdadır. Her konutun ayrılmaz parçası olan bahçeler, bakımsız da olsalar, eski havalarını korumaktadır.Toplum, kapalı bir toplumun bütün özelliklerini taşımaktadır. Herkes birbirini tanımakta, dertler, sevinçler paylaşılmaktadır. Mahalle kavramı keskindir. Yerleşme alanı istasyon (şimdiki Atadan ) caddesinin Forbes köşküne dönen kavşağında başlayıp, yukarıda Tıngırtepe eteklerinde, öte yanda Hasanağa Bahçesinden İstasyon Caddesi' nin birkaç yapı bloku batısında bitmekte ve bundan sonra bağlar, tarlalar uzayıp gitmektedir. İstasyon Caddesi, İstasyondan yukarıya doğru iki taraflı dükkanlarıyla banliyonun ana çarşısını oluşturmaktadır. Buradaki Üçüncü şimdiki Umurbey ), Yukarı Mahallede Barff köşkü karşısındaki Birinci İlkokul ilköğretim hizmeti vermektedir. Baltac-Ispartalıyan arazisi üzerindeki Buca Orta Okulu İzmir'in sayılı eğitim kurumlarından biridir. Eğitim, ana köşkün batısında, kendine özgü mimariye sahip, şimdi mevcut olmayan bir ahşap yapı ile bunun daha batısındaki bir taş binada yapılmakta, ana köşk ise taşralı yatılı öğrenciler için yurt olarak kullanılmaktadır. Ortaokulu bitirenlerin eğitimlerine devam edebilmek için İzmir'in Kız ya da Erkek Liselerine gitmeleri gerekmektedir. Buca çevresindeki bağları, zeytinlikleri ve kırları ile bir çocuk cenneti gibidir. Ayrıca halka açık Hasanağa Bahçesi banliyonun hali vakti yerinde olan orta sınıf ailelerinin park işlevini görmektedir.
1950'li yıllarda kent hızla büyümeye başlamıştır. Büyümenin asıl nedeni, bu dönemde başlayan kırsal bölgelerden kentlere yönelen iç-göç olayıdır. Sonuçta hemen bütün büyük kentlerimizin sorunu olan sağlıksız büyüme olayı Buca'yı da etkilemiştir. Eskiden Kızılçullu (Şirinyer) ve Buca, İzmir'den bağ, bahçe, zeytinlik gibi yeşil alanlarla ayrılmış banliyolar olma niteliğini yitirmiştir. Aydın demiryolundan Buca hattının ayrıldığı, Buca'ya 2.5 metredeki paradiso yerleşmesini de Buca'nın bir uzantısı saymak mümkündür. Burada Buca ve Bornova'dan farklı olarak kentsel karakterde bir yapılaşma görülmez. Küçük bir nüfus, ayrık düzende, dağınık, bahçeli, evlerden oluşan bir yerleşme meydana getirmiştir. Cumhuriyet döneminde Paradiso'nun adı Türkçeleştirilerek Kızılçullu yapılmış, yakın dönemde ise tekrar değiştirilerek Şirinyer olmuştur. Bu yörede Antik dönemden kalma kale ve su kemerleri bulunduğu, bazı arkeolojik eserlere rastlandığı yukarıda da belirtilmişti. Paradiso'nun yakın çağda yerleşmeye dönüşmesi 1907'de burada geniş zeytinliklere sahip olan Kuzinieri ve Vucinas adlı kişilerin arazilerini mahalle yapımına tahsis etmeleri ile başlamıştır. Paradiso'daki bahçeli konutlar dışında en önemli yapı, bölgenin güneyinde Meles çayına bakan bir arazide 1912'de Amerikalılar tarafından kurulmuş olan Amerikan Kolejidir. Türkiye'nin başbakanlarından Adnan Menderes bu kolejden mezun olmuştur. Eski adıyla Kızılçullu Amerikan Koleji daha sonra devlete devredilmiş, bir süre Köy Enstitüsü olarak eğitim vermiştir. Bugün NATO karargahı olarak kullanılmaktadır. Buca, 4 Temmuz 1987 yılında yürürlüğe giren 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur.
BUCAYÖRESİNDEKİ TARİHİ YERLER
İlçede günümüze gelebilen tarihi eserler arasında;
Kızılçullu Su Kemerleri :
Geçmişteki adı “Paradiso” ve “Kızılçullu” olan, bugün ise Şirinyer olarak bilinen mevkiiye İzmir’den ilk girildiğinde, bugün bile ihtişamla ayakta duran Melez Çayı üzerindeki Su Kemerleri dikkati çekmektedir. Romalılar tarafından inşa edilen ve eski çağ tarihçilerinin “Akvadük Kemerleri” olarak adlandırdığı bu kemerler, M.Ö 133 ile M.S 395 yıllarını kapsayan Romalılar döneminde İzmir’e gelen suyun akışını düzenlemekteydi.
Antik kentin su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilen su iletim hatlarından ikisinin maddi kalıntıları halen görülebilmektedir. Bunlardan ilki Smyrna'ya doğu yönden su ileten ve bugün Karapınar suyolu olarak bilinen su iletim hattının Yeşildere Çayı ve Yolu üzerinden geçen su kemeri onarım görmüş haliyle ayakta durmaktadır. Bu su kemerinin mevcut malzeme ve işçiliği Geç Roma dönemini işaret etmekle birlikte, daha erkene, Roma İmparatorluk döneminin başına tarihlendirenler de vardır. İkincisi ise bugün Osmanağa suyolu olarak bilinen su iletim hattına ait Kızılçullu su kemeridir. Yeşildere Yolu ile Üçyol ve Yağanelerden gelen yolun Şirinyer'e döndüğü noktada yer alan bu su kemeri Weber tarafından Geç Antikçağ'a tarihlendirilmiştir.
Bir başka su kemeri de Kızılçullu su kemerinin hemen güneyinde bulunan Vezir Suyu olarak bilinen su iletim hattına ait su kemeridir. Su kemerinin 1674'de Vezir Fazıl Ahmet Paşa tarafından inşa ettirildiği ileri sürülmektedir. İki sıra halinde Romalılar tarafından inşa edilen bu su kemerlerinin yapımında tonlarca yumurta akı kullanılmıştır. Yapışkan özelliği çok yüksek olan yumurta akı sayesinde Kızılçullu Su Kemerleri Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerini yaşamalarına karşın halen ayakta durabilmektedir.
( Kaynak :http://www.antiksmyrna.com/antik-kent/su-kemerleri)
Protestan Kilisesi :
Kilise Binası 1834 yılında Protestan Anglikan kilisesi olarak hizmete açılmıştır.Kilise binası şafel “chpel” şeklinde küçük köy kilisesi olarak yapılmıştır 1865'te.Osmanlı Padişahı Abdülaziz hanın fermanıyla kilise binası yenilenmiştir. Ufak ölçekteki bu yapının karakteristik bir konstrüksiyonu vardır. Haçvari planın bir ucunda koro ve kilise mihrabı karşı ucunda giriş ve vestiyer, diğer uçlarda org yeri ve rahip odası, bu odanın altında merkezi ısıtma tesisatı bulunmakta, merkez holünün iç kubbesi ilginç geometriye dayalı bir ahşap konstürsiyon sergilemektedir. Kilisenin neo-gotik pencerelerindeki sanatsal değer taşıyan renkli cam vitrayları 1961 yılında Alsancaktaki Protestan St. John Evangelist şapeline nakledilmiştir.
1961 yılında Türk Protestan cemaatinin ibadet ihtiyacını karşılamıştır.Bu tarihten sonra kilise müştemilatını belediyeye devretmiştir. Buca Belediyesi kilise binasını 2001 yılına kadar kültür merkezi olarak kullanmıştır.
Türk Protestan cemaati ibadet ihtiyacı için resmi makamlardan aldığı izinle 2001 yılında Buca Belediyesi ile yaptığı protokolde bina asli görevine geri dönmüştür. Kilisenin Orgu üzerinde şöyle bir yazı bulunmaktadır. Yazıda;
“T.B OWENRees ESQ.R Mrs.Rees As a Thanks” yani
“Ailemizi I. Dünya Savaşında koruduğunda ve aile fertlerimizden hiçbiri ölmediğinden dolayı organizasyonu tanrıya armağan ediyor.” denilmektedir.
Kervan Köprüsü :
İzmir, on yedinci yüzyılda Anadolu’ya gelen Uzak ve Ortadoğu bağlantılı kervan ticaret yollarının son durağı haline gelmiştir. Meles Deresi üzerindeki Kervan Köprüsü İzmir’in aynı zamanda giriş kapısıdır. Asya’dan kervanlarla gelen mallar Meles Deresi’nin üzerinde bulunan Kervan Köprüsü’nde boşaltılmakta, değiş- tokuş yapılarak yeni mallarla geri gidilmektedir. Devlet bu kervanların getirdiği mallardan vergi almakta, ancak; kervanlara ait develer ve diğer hayvanlar Osmanlı Sultanının çayırlarından vergi işlemleri bitene kadar yararlanmaktadır
Meles Deresi’nden bahsedip de Kervan Köprüsü’nden söz etmeyen gezgin çok azdır. Köprü gezginlere göre, İzmir’in sayılı ilginç noktalarından biri kabul edilmektedir ve uzun yıllar en önemli mesire yeri olmuştur. Anadolu içlerinden gelen yolun İzmir’e giriş noktası olan Kervan Köprüsü yabancıların da gezinti yeridir. İzmirlilerin oraya hava almak ve geçen develeri seyretmek için gittikleri söylenmektedir. Müslümanlar Cuma günü, ‘tatil günü’ gelirlerse de Joseph Michaud, suların ve gölgelerin serinliğini tatmak için, gündüz sıcağında da gelinildiğini belirtmektedir. Hıristiyanlar da haftanın yorgunluğunu çıkarmaktadır. Rehber Quetin, ‘Pazar Hıristiyanların buluşma günüdür’ demektedir. İngiliz gezgin Sir Charles Fellows köprüyle ilgili gözlemlerini “Burası çok güzel bir manzaraya sahip ve İzmir’e gelen – giden malların develerle taşındığı ilginç bir yer. Devlet buradan geçen mallardan vergi alıyor ve bunun karşılığında develer, Sultana ait çayırlardan yararlanabiliyor. Aralıksız olarak gelen develer vergi işlemi bitene kadar burada bekliyor; bu anda ortaya çıkan resim görülmeye değer,” diyerek ifade etmektedir
(Kaynak:bof.bartin.edu.tr/journal/1302-0056/2006/Cilt8/Sayi9/51-59.pdf)
Eski Amerikan Koleji Saat Kulesi :
Şimdiki adıyla Şirinyer eski adı Kızılçullu olan bölgenin güneyinde Meles çayına bakan arazide 1912'de Amerikalılar tarafından yaptırılan ve yıllarca Amerikan Erkek Lisesi olarak kullanılan bu okul, İzmirli Levanten ailelerin okuduğu o dönemdeki sayılı okullar arasındaydı. Cumhuriyetin ilanından sonra bu okul Köy Enstitüsü olarak hizmet verdi. 1953 yılı sonlarında da Nato'ya devredilmiştir.
Kolej dikdörtgen planlı olarak zemin dışında iki katlıdır. Ayrıca köşelerdeki dikdörtgen dört bölümlü dışa çıkıntılı kule görünümlü bölümlerin arasına bir de çatı katı yerleştirilmiştir. Bu yapının giriş kapısı dört katlı dikdörtgen kule şeklinde olup, dışarıya doğru taşırılmıştır. Kulenin katları arasında enine silmeler bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerindeki iki katta ince uzun dikdörtgen pencereler bulunmaktadır. Üzeri balkonla sonuçlanan dördüncü katın üzerine yuvarlak kadranlı bir saat yerleştirilmiştir. Ayrıca Buca’da Sivil Mimari Örneklerinden; George King Forbes, Gout, Prenses Borghese, Kont Dr.Aliberti, De Jongh, Dimostanis Baltacı Malikâneleri de bulunmaktadır.
Buca Eğitim Fakültesi ve Rees Köşkü:
İzmir'in önde gelen Levanten ailelerinden olan Rees ailesinin özelliği birkaç kuşak boyunca Bucalı olarak tanınmalarıdır. İzmir'deki yaşamları boyunca Buca'da ikamet ettikleri bir süre başka bir yerde oturdukları, daha sonra Rees Malikânesini inşa ettirip buraya yerleştikleri bilinmektedir.
Rees'lerin atlara meraklı olduğu Buca ile Şirinyer arasındaki düzlük arazide at yarışları için bir hipodrom yaptırmış olmalarından anlaşılıyor. Ayrıca köşk bahçesinin kuzeyindeki haralar günümüze kadar gelmiştir. Buca'da bugün de halen kilise olarak kullanılmakta olan Protestan kilisesinin pencerelerinde ki sanatsal değer taşıyan renkli cam vitrayların Rees'ler tarafında yaptırılıp kiliseye hibe edildiği bu vitray kompozisyonlarında yer alan kitabelerde belirtilmiştir. 1961 yılında Buca Protestan Kilisesinin Buca Belediyesine devri sırasında bu vitraylar Alsancak'taki St. John Evangelist Kilisesine nakil ve monte edilmiştir.
Malikânenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Stefania Farkoh köşkün, bugün Buca Belediyesi Kültür Merkezi olarak kullanılmakta olan Farkoh konağı ile aynı zamanda ve aynı yüzyıl dönümünden önce yapıldığının bilgisini vermektedir. Rees Malikânesinin mimari karakteri rasyonel ve ağırbaşlı bir ifade taşımaktadır. Gerek dış form gerekse iç mekânlar görkemli, yalın bir geometriye oturtulmuştur. Detaylar kullanılan malzemenin doğasına uygun ve özeldir. Ana giriş holünde bulunan şömineyi çevreleyen seramik kompozisyon bir heykeltıraş elinden çıkmışçasına sanatsal ifade taşır. İzmir, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin öğretmen eğitimi açısından en önemli kentlerinden birisi olmuştur. 1952 yılında Kızılçullu Köy Enstitüsünün kapatılıp yerine yeni bir öğretmen okulu açılmasına karar verildiğinde, yer olarak Birinci Dünya Savaşı sırasında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından el konarak Yatılı Kız Öğretmen Okuluna dönüştürülen, günümüzde dekanlık binası olarak hizmet sunan ve Buca'nın önde gelen ailelerinden Rees ailesince 1890'ların sonlarına doğru inşa edilmiş olan köşk seçilmiştir. İçerisinde bulunan bitki ve hayvan türleri ile son derece önem taşıyan bir bahçede yer alan Rees Köşkü, restore edilerek 30 Kasım 1959 tarihinde İzmir (Kız) Eğitim Enstitüsü adıyla öğretime başlamıştır. Okulun açıldığı ilk yıl Fen Bilgisi alanında yönetici kadro ile birlikte 9 öğretmen ve 60 kız öğrenci bulunmaktadır. 1960 yılından başlayarak Enstitünün öğretmen, öğrenci ve bölüm sayısında önemli bir artış yaşanmış, aradan geçen on yıl içerisinde altı bölüm ile birlikte öğretmen sayısının 62'ye, öğrenci sayısının 623'e yükselmesi üzerine yeni binaların inşa edilmesi yoluna gidilmiştir.
Ortaokullara öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulan üç yıllık eğitim enstitülerinin 1978-1979 öğretim yılından itibaren yeni bir yapılanmayla sürelerinin dört yıla çıkarılması ile birlikte, İzmir (Kız) Eğitim Enstitüsünün adı İzmir (Buca) Yüksek Öğretmen Okulu olarak değiştirilerek liselere de öğretmen yetiştiren bir eğitim kurumuna dönüştürülmüştür.2547 sayılı YÖK yasası ile birlikte, Buca Yüksek Öğretmen Okulu, 20 Temmuz 1982'de Dokuz Eylül Üniversitesine bağlı bir fakülte haline gelmiştir.
Ayrıca Buca’da Sivil Mimari Örneklerinden; George King Forbes, Gout, Prenses Borghese, Kont Dr.Aliberti, De Jongh, Dimostanis Baltacı Malikâneleri de bulunmaktadır.
TURİZM
Buca’daki Rekreasyon ve Piknik Alanları
YEDİGÖLLERBuca’da Bolu Abant'taki Yedigöllerden esinlenerek İzkent ile Evka' nın arasındaki kurumuş dere yatağında 100 Bin m2 Doğal Vadiye Yedigöller yapılmıştır.Yapımına Mart 2000 tarihinde başlanan vadide; 1033 m2'lik iç alanlı kafetarya,2185 m2'lik iç alanlı restaurant,324 m2'lik Güzel sanatlar sokağı,360 m2'lik Gösteri Merkezi, İzkent ve Evka' yı birbirine bağlayan 70 m Uzunluğunda kule köprü, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre Heykelleri, Halk için dinlenme, izleme ve oturma grupları, Dekoratif aydınlatma elemanları, Yaklaşık 15.000 m2 7 adet göl, 7 Gölü birbirine bağlayan şelaleler, Seyir terasları, Yel ve su değirmenleri, nostaljik su kuyusu, Çocuk oyun alanları, çeşitli hayvan figürleri, Açık hava diskosu, Kayraktaşı yürüme yolları, Çim, çiçek ve palmiye ağaçlarıyla bezenmiş yeşil alanlar bulunmaktadır. Kentin ortasında soluk alabileceğiniz bir alan yaratılmıştır.
BUCA GÖLET
Buca Gölet, Ege bölgesinin ve İzmir'in en gözde dinlence ve eğlence merkezlerindendir. Buca Gölet, 167 Bin m2 alan üzerinde kurulmuştur. Buca Belediyesi tarafından 1998 Nisan ayında yapımına başlanan Buca Gölet Regreasyon Alanı yaklaşık bir sene sonra, 1999 yılı Mart ayında halkın hizmetine sunulmuştur.
İçerisinde 300 kişilik Balık Restoran, 600 kişilik Et - Fast Foot, 200 kişilik kafeterya, Amfitiyatro, Piknik Alanı, Gölet Bar, Hobi Bahçeleri, Seyir Terasları, Çocuk Oyun Setleri, Market, Hayvan Padoğu ve Otopark yer almaktadır. Bahar ve Yaz aylarında binlerce vatandaşla dolup taşan Gölet'de konser, tiyatro ve diğer etkinliklere mekân olan amfi tiyatro, piknik alanı, şehrin bunaltıcı havasından uzaklaşmak isteyenlere sunulan hobi bahçeleri, seyir terasları ile halkın hizmetindedir.
MEVLANA HEYKELİ
Dünya'nın III. büyük heykeli olan Mevlana heykeli Buca'nın en yüksek yeri olan Tıngır Tepe’de, 20 dönümlük arazide, kaidesiyle birlikte 25 mt yüksekliğinde yer almaktadır. Dikildiği tepeyle birlikte yer seviyesinden 75 metre yüksekliğe ulaşan Mevlana Heykeli İzmir'in büyük bir kesiminden görülebiliyor.İzmirli heykeltıraş Eray OKKAN tarafından yaklaşık 7 ayda hazırlanan heykel çelik konstrüksiyon üzerine fiberglasla şekillendirilerek 25 ton bakırla kaplanmıştır.
Yamaçlarda semazenler yerleştirilen rekreasyon alanı içinde ayrıca, kafeterya, yürüyüş yolları ve oturma grupları yer alıyor. Geceleri de lazer ışıklarıyla aydınlatılan Mevlana Heykeli, Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.İzmir Konyalılar Derneği ile ortaklaşa, semazen gösterileri de düzenlenen mekân Konyalılar vakfı tarafından işletilmektedir.
HASANAĞA PARKI
Buca'da bulunan, İtalyan asıllı Levanten işadamı Aliotti'nin ölümü üzerine, mülk varisleri tarafından satılığa çıkarılmış ve 1926 yılında Ödemiş eşrafından Sarıgöllü Hasan Ağa tarafından satın alınmıştır. Hasan Ağa, biri bahçenin kuzey, diğeri güneybatı köşesinde iki konut inşa ettirmiş, esas köşk ile diğer servis lojmanlarını ve bağ köşkünü konut olarak kiraya vermiştir. 1930'lu yılların başlarında sigortalı olan köşk yanmıştır. Bahçe, Hasan Ağa ailesinin mülkiyetinde bulunduğu sürede halka açık tutulmuş, Bucalılar için bir mesire yeri olarak kullanılmış ve Hasan Ağa Bahçesi olarak adlandırılmıştır.
1930'lu yıllarda Verandalı müstakil bir ahşap konut, hizmetliler için tek katlı konutlar dizisi, bir bağ köşkü, konut büyüklüğünde bir kuş kafesi, çimento ve demir kullanılarak taş ve ahşap taklit edilerek yapılmış stalaktitli grottolar, kaskatlar içeren çok özenli bir havuz kompozisyonu, kameriyeler, havuzlar dikkatle planlanmış bahçe düzeni içine dağıtılmıştır. Çoğu çam olan ağaçların yerleştirilmesinde de aynı dikkat gözlenmektedir. Bahçeyi batıdan doğuya kesen çizgisel bir yolun iki yanındaki dut ağaçlarının özel yetiştirilmesi ile yarı saydam bir tünel şeklindeki promenada dönüştürülmüş dut ağaçları günümüzde mevcut değildir.
İlk adı Aliotti bahçesi olan Hasan Ağa Bahçesi'nin ilk genel düzeninde Latin Avrupa anlayışı egemendir. Çizgisel dolaşım aksları, doğal malzemeden yapay düzenlemeler veya yapay malzemeden doğal görünüm arayışları bu anlayışın yansımaları olarak kaydedilebilir. Benzer türde bahçe düzeni anlayışına İstanbul Emirgan korusunda rastlanmaktadır.
Aliotti'nin bu geniş araziyi doğal çevre görünümünde bir hayvanat bahçesi haline getirdiği, geyik, tavus v.b. gibi hayvanların yüksek duvarlarla çevrili bahçe içinde serbestçe dolaştıkları ve 1930'lara kadar bahçenin bu hâlini muhafaza ettiğini eski Bucalılar hatırlamaktadır.Günümüzde halabuz pateni, kafeterya, piknik alanı, çocuk parkları, kütüphane, nikâh salonu, mini hayvanat bahçesi, yapay şelale ve izci merkezi gibi çok amaçlı oluşturulmuş bir alan olarak kullanılmaktadır.